07/01/2013
Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesi öğretim üyemiz İlker Birbil'in 5 Ocak 2013 tarihi Radikal Hayat'da yayımlanan yazısı.
Bir dizinin etkisiyle artık laboratuvara girmek ineklik değil, 'cool' olmak demek. Varsın özentilik olsun. Hem dünyayı değiştirmeyi hem de 'cool' olmayı kim istemez?
Ders verme dışında, üniversitede günümün önemli kısmı masa başında geçiyor. Bazen kâğıt üzerinde bir şeyler karalıyorum. Çoğu zaman da bilgisayar karşısında yazı yazıyorum. Zaten kalan zamanım da tavana bakıp düşünmekle geçiyor. Hal böyle olunca önlüklerini giyip laboratuvarlarına giren diğer arkadaşları kıskançlıkla izliyorum. Koridorlarda ellerinde tüplerle dolaşıp deneylerinden, hücre kültürleri gibi acayip şeylerden bahsediyorlar. Fiyakalı mikroskopları ve özel kostümlerle girilen temiz odaları var. Kendimi siyahbeyaz bir film çekmeye çalışır gibi hissediyorum. Onlarsa, son teknoloji bir bilimkurgu filminde başrol oynuyorlar.
Yaşamın temel taşı
Laboratuvar ortamını görmeliyim diyerek Boğaziçi Üniversitesi Moleküler Biyoloji ve Genetik Bölümü öğretim üyesi Arzu Çelik'ten randevu aldım. Birlikte görme ve koku alma duyularının genetik şifreleri üzerine çalıştıkları laboratuvarlarını gezdik. Burası dünyanın önde gelen dergilerinde yayınlar yapılan bir laboratuvar. Hücre kültürü, tek bir hücrenin laboratuvar ortamında çoğaltılması ile elde edilen bir grup hücre demekmiş meğer. Bu kültürlere düzenli olarak gerekli besinler veriliyor ve ideal sıcaklıklarda bekletiliyorlar. Bana akvaryum bakımı gibi geldi açıkçası. Bu arada muradıma erdim ve iki ayrı mikroskoptan hücre kültürlerine baktım. Tüm yaşayan organizmaların temel taşına bakmak heyecan vericiydi. Ben bile iki dakikada havaya girdim. Bir de deney tasarlamak ve sonra da istenen sonuçları elde etmek var. İşte onun keyfi çok büyük olsa gerek. Tek bir hücrenin dünyası bizim gibi çok hücreli canlılardan farklı değil. Hücre dünyasında da besin depolanıyor, enerjiye dönüştürülüyor ve herkes işine koşuyor. Hepsinden önemlisi, gerekli görüldüğünde bir hücre bölünüp çoğalıyor. Bu çoğalma sırasında genetik bilgi, yani DNA, yeni hücrelere aktarılıyor. Hücreler de bir araya gelip dokuları, organlarımızı, kısacası bizi oluşturuyorlar. Her hücre zaman içinde uzmanlaşıyor. Hücrelerin bu görev tanımları genlerimize kodlanmış. Ancak hâlâ ayrıntıları gizemini koruyor. Bu uzmanlaşma ile ilgili çok ilginç deneyler var. Kalp hücreleri laboratuvar ortamında çoğaltıldıktan sonra hep birlikte tıpkı bir kalp gibi atmaya başlıyorlar. Benzer şekilde kas hücreleri yan yana gelince kasılma hareketi yapıyorlar. Bu deneylerin internet üzerindeki videolarını ağzım açık kalarak izlediğimi söylemeliyim.
2012 ve sonrası
Geçen yılın en önemli bilimsel gelişmelerinin büyük bir kısmı genetik ve hücreler ile ilgiliydi. Şimdiye kadar DNA'nın işe yaramaz diye dikkate alınmayan kısmının aslında genlerin çalışması açısından çok önemli bir rol oynadıkları keşfedildi. Yine geçen yıl, DNA şeridinin istenilen kısmını kesebilen bir protein bulundu. Tüm bu gelişmeler, ilerde hastalıkları daha iyi anlamamız ve etkin ilaçlar geliştirmemizin önünü açabilir. Türkiye'de maalesef sadece biyolojiye karşı değil, tüm temel bilimlere yönelik ilgide bir düşüş var. Mezuniyet sonrası iş bulma ile ilgili endişeleri anlıyorum. Ancak Türkiye'nin çeşitli üniversitelerinde azımsanmayacak sayıda laboratuvar var. Önümüzdeki yıllarda bu laboratuvarların olgunlaşacaklarını ve daha da önemlisi, beraberlerinde endüstriyi de geliştireceklerini söylemek mümkün. O zaman temel bilim alanlarından mezun olanlara ihtiyaç artacak. Bir de genç arkadaşlara ulaşmak gerek sanırım. Örneğin bir grup genç fizikçinin başına gelenlerin anlatıldığı komedi dizisi 'Big Bang Theory' sayesinde Amerika'da fizik derslerine olan ilgi çok artmış durumda. Yani bir dizinin etkisiyle artık laboratuvara girmek ineklik değil, havalı ya da 'cool' olmak demek. Varsın özentilik olsun. Hem dünyayı değiştirmeyi hem de 'cool' olmayı kim istemez?